5. MEKTUP

5.Mektup:İman hakikatlerinin Önemi
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.17/44- O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. Nakşibendî tarikatının silsilesi ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat’ında demiş ki: “İman hakikatlerinden bir meselenin açığa çıkması, binler zevkler ve kalbe zevk veren hallere ve kerametlere tercih ederim.” Hem demiş ki: “Bütün tariklerin son noktası, iman hakikatlerinin açıklığı ve açığa çıkmasıdır.” Hem demiş ki: “ Velilik üç kısımdır. Biri küçük derecedeki velîlik ki, meşhur veliliktir; biriorta derecedeki velîlik, biri en büyük velîlik. En büyük velîlik ise, peygamberin vârisliği makamı, tasavvuf geçidine girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.” Hem demiş ki: “Tarîk-i Nakşîde (Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan, gizli zikre dayanan tarikat) iki kanatla mânevî yol alınır. Yani, iman hakikatlerine bir surette inanmak ve dinin kesin emirlerine uymakla olur. Bu iki kanatta kusur varsa o yolda gidilmez.” Öyle ise, tarik-i Nakşînin üç perdesi var: Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya iman hakikatlerine hizmettir ki, İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona devam etmiştir. İkincisi: Dinin kesin emirlerine ve Peygamberimizin sözlerine tarîkat perdesi altında hizmettir. Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla kalbî hastalıkların ortadan kaldırılmasına çalışmak, kalb ayağıyla manevi yol almaktır. Birincisi farz, ikincisi vacip(dinî bakımdan yapılması şart ve kesin olan emir) , bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir. Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkàdir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün çalışmalarını , iman hakikatleri ve İslâm dininin esaslarının kuvvetlendirilmesine sarf edeceklerdi. Çünkü sonsuz mutluluk sebebi onlardır. Onlarda kusur edilse, sonsuz sıkıntıya sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat düşünmeden Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Düşünmek meyvedir, İslâmın hakikatleri gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk (İlâhî hakikatlere ulaşmak için bir rehberin öncülüğünde çıkılan mânevî yolculuk) ile bazı iman hakikatlerine ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakikate çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette akıl karı değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar. Madem hakikat budur. Kur’ân’ın sırlarına ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın hücumlarına maruz İslâm topluluğuna en faydalı bir nur ve inançsızlık vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu inancındayım. Bilirsiniz ki, eğer inançsızlık cehaletten gelse, ortadan kaldırması kolaydır. Fakat inançsızlık fenden ve ilimden gelse, izalesi zordur. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri doğru yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar. Hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, Kur’ân’ın mu’cize oluşunun mânevî parıltılarından olan malûm Sözleri, şu hak yoldan sapkınlık dinsizliğine bir derman özelliğini vermiş düşüncesindeyim. Bâkî olan sadece Odur.Said Nursî