3.MEKTUP

3.Mektup:Kainattaki Düzen

Arpç... Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur İsrâ Sûresi, 17:44. O malûm talebesine gönderilen mektubun bir parçasıdır.

HAMİSEN: Bir mektupta, buradaki hissiyatıma hissedar olmak arzusunu yazmıştın. İşte binden birini işit.Bir gece, yüz tabakalık yüksekliğe, bir katran ağacının başındaki yuvada, semânın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne baktım; Kur’ân-ı Hakîmin Tekvir Sûresi 81:15-16. Artık hayır; yemin ederim (gündüz) sinip (gece) dönen (gezegen)lere, Bir akış içinde yerini alanlara; yemininde yüksek bir mu’cizelik nuru ve parlak bir belâğat sırrı gördüm. Evet, seyyar yıldızlara ve gizlenmelerine ve açığa çıkmalarına işaret eden şu âyet, gayet âli bir san’atlı nakış ve yüce bir ibret tablosu, içtenlikle seyredip bakmayı gösteriyor.Evet, şu gezegenler, kumandanları olan güneşin dairesinden çıkıyorlar, sabit yıldızlar dairesine girerek semâda yeni yeni nakışları ve san’atları gösteriyorlar. Bazan kendileri gibi parlak bir yıldıza omuz omuza verir, güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Bazan küçük yıldızlar içine girip bir kumandan suretini gösteriyorlar. Hususuyla bu mevsimde, akşamdan sonra, ufukta Zühre yıldızı ve fecirden evvel diğer parlak bir arkadaşı, gayet şirin ve güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Sonra, teftiş görevlerini ve san’atlı nakışa mekiklik hizmetini yerine getirmeden sonra yine dönüp, sultanları olan güneşin gösterişli dairesine girip gizleniyorlar. Şimdi, şu gizlenen ve açığa çıkan yıldızlar, künnes tabir edilen seyyarelerle şu zeminimizi kâinat fezasında birer gemi, birer tayyare suretinde kemâl-i intizamla döndüren ve seyr ü seyahat ettiren Zâtın haşmet-i rububiyetini ve şâşaa-i saltanat-ı ulûhiyetini güneş gibi parlaklığıyla gösteriyorlar.Bak bir saltanatın haşmetine ki, gemileri ve uçak içinde öyleleri var ki, bin defa dünya kadar bir büyüklükte ve bir saniyede sekiz saat mesafeyi kat’ eden sür’attedir. İşte, böyle bir Sultana kulluk ve imanla bağlanmak ve şu dünyada ona misafir olmak ne kadar yüce bir saadet, ne derece büyük bir şeref olduğunu kıyas et.Sonra aya baktım. arpç... 36/39- Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). âyetinin gayet parlak bir mu’cizelik nurunu ifade ettiğini gördüm. Evet, ayın takdiri ve çekip çevrilmesi ve tenviri ve zemine ve güneşe karşı gayet dakik bir hesapla vaziyetleri o kadar hayranlık uyandıran, o derece harikadır ki, “Onu öyle tanzim eden ve takdir eden bir Kadîre (herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah) hiçbir şey ağır gelmez; onu öyle yapan herşeyi yapabilir” fikrini, seyreden her bir şuur ve bilinç sahibine ders verir.Hem öyle bir tarzda güneşi takip ediyor ki, bir saniye kadar yolunu şaşırmıyor, zerre kadar vazifesinden geri kalmıyor. Dikkatle bakana,“İşlerinde, akılların hayrette kaldığı Zât, her türlü kusurdan münezzehtir.” dedirtiyor. Hususan Mayıs’ın sonunda olduğu gibi, bazı vakitte ince hilâl şeklinde Süreyya durağına girdiği vakit, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı suretini ve Süreyya bir salkım suretini gösterdiğinden, o yeşil semâ perdesi arkasında, hayale nuranî büyük bir ağacın vücudunu tahayyül ettirir. Güya, o ağaçtan bir dalının bir sivri ucu o perdeyi delmiş, bir salkımıyla beraber başını çıkarmış, Süreyya ve hilâl olmuş; ve diğer yıldızlar da o gaybî ağacın meyveleri olduğunu hayale telkin eder. İşte apç... eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). teşbihinin güzelliğini, düzgünlüğünü gör.Yâsin Sûresi, 36:39. Sonra 67/15- Sizin için, yeryüzüne boyun eğdiren O'dur. Şu halde onun omuzlarında yürüyün ve O'nun rızkından yiyin. Sonunda gidiş O'nadır. âyeti hatırıma geldi ki, zemin boyun eğen bir gemi, bir binek olduğunu işaret ediyor. O işaretten, kendimi uzayda sür’atle seyahat eden pek büyük bir geminin yüksek bir mevkiinde gördüm. At ve gemi gibi bir bineğe binildiği zaman okuma sünneti 43/13- "Bunlara bizim için boyun eğdiren (Allah) ne Yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık" demeniz için. âyetini okudum.Hem gördüm ki, dünyada , şu hareketle, sinema levhalarını gösteren bir makine vaziyetini aldı, bütün gökleri harekete getirdi, bütün yıldızları muhteşem bir ordu gibi sevke başladı. Öyle şirin ve yüksek manzaraları gösterdi ki, düşünen kimseleri mest ve hayran eder. Fesübhânallah dedim, ne kadar az bir masrafla ne kadar çok ve büyük ve garip ve acip, yüce ve kıymetli işler görülüyor! Bu noktadan, iki imana dair ince ve mânâlı husus hatıra geldi.Birincisi: Birkaç gün evvel bir misafirim bana sual etti. O şüpheli sualin esası şudur: “Cennet ve Cehennem pek çok uzaktırlar. Haydi, ehl-i Cennet, Allah’ın lütfu ile, şimşek ve burak (iman ehlini Sırat köprüsünden geçirecek olan çok hızlı binek) gibi uçarak haşirden geçerler, Cennete giderler. Fakat ehl-i Cehennem, sakil cisimleri ve büyük ve ağır günahların yükleri altında nasıl gidecekler? Hangi vasıta ile?”İşte hatıra gelen şudur: Nasıl ki, meselâ Amerika’da, bütün milletler umumî bir kongreye davet edilse, her millet büyük gemisine biner, oraya gider. Öyle de, geniş kâinat denizi, bir senede yirmi beş bin senelik uzun bir seyahate alışan dünya, ahalisini alır, gider, haşir meydanı boşaltır. Hem, her otuz üç metrede bir derece-i hararet arttığı delilliyle, yerin merkezinde bulunan Cehennem ateşinin hadîsçe beyan olunan sıcaklık derecesine uygun iki yüz bin sıcaklık derecesi taşıyan ve hadîsin rivayetine göre dünyada ve kabir alemindeki Büyük Cehennemin bazı vazifelerini gören ateşini Cehenneme döker; sonra Allah’ın emri ile daha güzel ve bâki bir surete dönüşür, âhiret âleminden bir menzil olur.