14. LEMA

Birinci makam : Kainattaki Düzen

İki Makamdır. Birinci Makamı, iki sualin cevabıdır. İsrâ Sûresi, 17:44 O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Aziz, sıddık kardeşim Refet Bey,Sevr ve büyük balığa dair sorduğun sualin bazı risalelerde cevabı vardır. O tür suallere göre cevap, Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında “On İki Asıl” namıyla on iki önemli kural beyan edilmiştir. O kaideler Hz. Peygamber tarafından söylenen sözlere dair muhtelif yorumlara dair birer mihenktirler ve hadise gelen evhâmı def edecek mühim esaslardır. Ne yazık ki şimdilik kalbe gelen mânâlardan başka ilmî meselelerle meşguliyetime mâni bazı haller var. Onun için, sualinize göre cevap veremiyorum. Eğer Allah’ın yardımıyla kalbe gelen mânâlar olsa, zorunlu olarak meşgul oluyorum. Bazan suallere kalbe gelen mânâlar tevafuk ettiği için cevap verilir; gücenmeyiniz. Onun için, herbir sualinize lâyıkınca cevap veremiyorum. Haydi, bu defaki sualinize kısa bir cevap vereyim. Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: “Hocalar diyorlar: Arz Sevr ve balık üstünde duruyor. Halbuki arz, asılı bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne Sevr var, ne de balık!”Elcevap: İbni Abbas (r.a.) gibi zatlara dayandırılan doğru bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sormuşlar: “Dünya ne üstündedir?” Ferman etmiş: Dünya, Sevr ve balık üzerindedir. Âlimlerin bir kısmı, İsrailoğullarına ait bilgilerden alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevâri hikâyelere bu hadisi tatbik etmişler. Hususan Benî İsrail âlimlerinin Müslüman olanlarından bir kısmı, Kur’ân’dan önce gönderilen kutsal kitaplarda Sevr ve Hut hakkında gördükleri hikâyeleri hadise tatbik edip, hadisin mânâsını acip bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dair gayet öz Üç Esas ve Üç yön söylenecek. BİRİNCİ ESAS: Benî İsrail ulemâsının bir kısmı müslüman olduktan sonra, eski bilgileri dahi onlarla beraber müslüman olmuş, İslâmiyete malolmuş. Halbuki o eski bilgilerinde yanlışlar var. O yanlışlar, elbette onlara aittir, İslâmiyete ait değildir İKİNCİ ESAS: Teşbih ve temsiller, havastan halka geçtikçe, yani, ilmin elinden cahilin eline düştükçe, zamanın geçmesiyle hakikat algılanır . Meselâ, küçüklüğümde ay tutuldu. Ben valideme dedim:“Neden ay böyle oldu?”Dedi: “Yılan yutmuş.”Dedim: “Daha görünüyor.”Dedi: “Yukarıda yılanlar cam gibi olup içlerinde bulunan şeyi gösterirler.”Bu çocukluk hatırasını çok zaman hatırlıyordum . Ve derdim ki: “Bu kadar hakikatsiz bir hurafe, validem gibi ciddî zatların dilinde nasıl geziyor?” diye düşünürdüm. Tâ, astronomi fennini inceledeğim vakit gördüm ki, validem gibi öyle diyenler bir gerçek benzetme algılamışlar. Çünkü, güneşe ait derecelerin yörüngrsi olan “mıntıkatü’l-burûc” (uzayda on iki burcun bulunduğu alan) tabir ettikleri büyük daire, Ay’ın durakları yörüngede bulunan mâil-i kamer dairesi birbiri üstüne geçmekle, o iki daire, herbiri iki kavis şeklini vermiş. O iki kavise astronomi uleması, hoş bir benzetmeyle, büyük iki yılan namı olan “iki büyük yılan” namını vermişler. İşte, o iki dairenin kesişme noktasına, “baş” mânâsına “re’s,” diğerine “kuyruk” mânâsına “zeneb” demişler. Kamer re’se ve güneş kuruğa geldiği vakit, astronomi deyimiyle “Ay tutulması” vuku bulur. Yani, yeryüzü, tam ikisinin ortasına düşer. O vakit ay tutulması olur. Önceden geçen benzetmeyle, “Ay yılanın ağzına girdi” denilir. İşte bu büyük ve ilmî benzetme, halkın diline girdikçe, zamanla, ayı yutacak koca bir yılan şeklini almış.İşte, Sevr ve Hut namıyla iki büyük melek, bir kutsal ve güzel bir benzetme ile ve mânidar bir işaretle, Sevr ve Hut namıyla isimlendirilmişler. Kudsî, ulvî lisan-ı Nübüvvetten umumun lisanına girdikçe, o teşbih hakikate inkılâp etmiş, adeta gayet büyük bir Sevr ve dehşetli bir Hut suretini almışlar. ÜÇÜNCÜ ESAS: Nasıl ki Kur’ân’ın birbirine benzer âyetleri var; gayet derin meseleleri temsille ve benzetmelerle halka ders veriyor. Öyle de, hadisinde benzerliği var; gayet derin hakikatleri alışılagelen, benzetmeyle ifade eder. Meselâ, bir iki risalede beyan ettiğimiz gibi, bir vakit Hz. Peygamberin hazır bulunduğu ortamda gayet derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Yetmiş senedir yuvarlanıp bu dakikada Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” Birkaç dakika sonra birisi geldi, dedi: “Yetmiş yaşındaki meşhur münafık öldü.” 1 (Müslim, Cennet: 12; Müsned: 3:315, 341, 346. (HZ.MUHAMMED) )Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın gayet güzel manalı temsilinin hakikatini ilân etti.Senin sualin cevabına şimdilik Üç Vecih söylenecek. BİRİNCİSİ: Arş’ın ve göklerin taşıyıcısı olan melekler ve gökler denilen melâikenin birinin ismi “Nesir” ve diğerinin ismi “Sevr” 2 olarak dört melâikeyi Cenâb-ı Hak Arş (Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer) ve gökte , Allah’ın egemenliğini gözetmek için tayin ettiği gibi, göklerin bir küçük kardeşi ve gesegenlerin bir arkadaşı olan yeryüzüne dahi iki melek, gözeten ve taşıyıcılar olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi “Sevr”( öküz) ve diğerinin ismi “Hût” (balık) tur. Ve o namı vermesinin sırrı şudur ki:Arz iki kısımdır: biri su, biri toprak. Su kısmını şenlendiren balıktır. Toprak kısmını şenlendiren, insanların medar-ı hayatı olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omuzundadır. Yeryüzünde görevli iki melek, hem kumandan, hem gözeten olduklarından, elbette balık topluluğuna ve öküz türüne bir bağlantı yönü bulunmak lâzımdır. Belki, (Gerçek ilim ancak Allah katındadır, ) o iki meleğin melekler aleminde ve bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlemde ve balık (Allah’ın yeryüzünü taşıyıcı olarak belirlediği meleklerden birinin ismi; büyük balık) suretinde yansımaları var. dipnot- İşte bu bağlantıya ve o gözetmeye işareten ve yer yüzünün o iki mühim türü varlığına imâen, her şeyi ap açık şekilde açıklayan Peygamberimizin mu’cizeli dili ( “Dünya, öküz ve balığın üzerindedir.” bk. Hâkim, el-Müstedrek: 4:636; el-Münzirî, et-Terğib ve’t-terhîb: 4:257; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid: 8:131; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam: 1:172.) demiş, gayet derin ve geniş, bir sayfa kadar meseleleri içine alan bir hakikati gayet güzel ve kısa bir tek cümleyle ifade etmiş.

İKİNCİ VECİH: Meselâ, nasıl ki denilse, “Bu devlet ve saltanat hangi şey üzerinde duruyor?” Cevabında “Ale’s-seyfi ve’l-kalem” denilir. Yani, “Asker kılıcının yiğitliğine, kuvvetine ve memur kaleminin dirayetine ve adaletine dayanır. Öyle de, yeryüzü madem canlıların meskenidir ve canlıların k

umandanları da insandır ve insanın deniz kıyılarında yaşayan kısmının çoğunluğu medar-ı taayyüşleri (dünyanın güneş etrafında dönerken bir sene içinde çizdiği yörünge) balıktır ve olmayan kısmının medar-ı taayyüşleri, ziraatle, öküzün omuzundadır ve mühim bir ticaret kaynağı da balıktır. Elbette, devlet kılıç ve kalem üstünde durduğu gibi, yeryüzünde de öküz ve balık üstünde duruyor, denilir. Zira, ne vakit öküz çalışmazsa ve balık milyon yumurtayı birden doğurmazsa, o vakit insan yaşayamaz, hayat sukut eder, Hâlık-ı Hakîm (her varlığı sayısız hikmetlerle yaratan Allah ) de yeryüzünü harap eder. İşte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayet mucizâne ve gayet yüce ve gayet hikmetli bir cevapla (“Dünya, öküz ve balığın üzerindedir.” bk. Hâkim, el-Müstedrek: 4:636; el-Münzirî, et-Terğib ve’t-Terhîb: 4:257; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid: 8:131; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam: 1:172.) demiş. İnsan türünün hayatı, ne kadar hayvan türlerinin hayatıyla alâkadar olduğuna dair geniş bir hakikati iki kelimeyle ders vermiş. ÜÇÜNCÜ VECİH: Eski kozmoğrafya nazarında güneş gezer. Güneşin her otuz derecesini bir burç tabir etmişler. O burçlardaki yıldızların aralarında birbirine raptedecek hayali hatlar çekilse, birtek hal meydana geldiği vakit , bazı esed (yani arslan) suretini, bazı terazi mânâsına olarak terazi suretini, bazı öküz mânâsına sevr suretini, bazı balık mânâsına hût suretini göstermişler. O münasebete binaen o burçlara o isimler verilmiş. Şu asrın kozmoğrafyası nazarında ise, güneş gezmiyor. O burçlar boş ve kullanılmaz olmuş ve işsiz kalmışlar. Güneşin bedeline yeryüzü geziyor. Öyleyse, o boş, işsiz burçlar ve yukarıdaki kullanumsız daireler yerine, yerde dünyanın yörüngesinde, küçük ölçüde o daireleri oluşturmak gerektir. Şu halde, Güneş sisteminde izleri düşen on iki takım yıldızın herbiri, dünyanın yörüngesine yansıyacak.Ve o halde yeryüzü her ayda 12 takım yıldızını birinin gölgesinde ve misalindedir. Güya dünyanın yörüngesi bir ayna hükmünde olarak, semâvî burçlar onda görünüyor . İşte bu yönüyle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sabıkan zikrettiğimiz gibi, bir defa öküzün üzerinde bir defa balığın üzerinde demiş. Evet, açıklamaları mucize olan Peygambere yakışır bir tarzda, gayet derin ve çok asır sonra anlaşılacak bir hakikate işareten, bir defa öküzün üzerinde demiş. Çünkü dünya , o sualin zamanında Balık Burcunun( burc: yıldız kümesi demektir) misalindeydi. Bir ay sonra yine sorulmuş, balık üzerinde demiş. Çünkü o vakit dünya Balık Burcunun gölgesindeymiş. İşte, istikbalde anlaşılacak bu ulvî hakikate işareten ve küre-i arzın vazifesindeki hareketine ve seyahatine imâen ve gökteki burçlar, güneş itibarıyla kullanılmaz ve misafirsiz olduklarına ve hakikî işleyen yıldız kümeleri ise dünyanın medar-ı senevîsinde bulunduğuna ve o yıldız kümelerinde vazife gören ve seyahat eden dünya olduğuna remzen, demiştir. Vallahu a’lemu bi’s-savab. (en doğrusunu Allah bilir) Bazı İslâmiyetle ilgili kitaplarda İslâmiyede sevr ve hûta dair acip ve akıl dışı hikâyeler, ya İsrailoğullarına ait bilgilerdir veya temsilâttır veya bazı alimler yorumlar ki, bazı dikkatsizler tarafından hadis zannedilerek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma dayandırılmış. 2/286- Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim Mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et." 2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."

İKİNCİ SUAL: ÂL-İ ABÂ HAKKINDADIR:Allah’ın Rahmeti

Kardeşim; Âl-i Abâ hakkındaki cevapsız kalan sualinizin çok hikmetlerinden yalnız bir tek hikmeti söylenecek. Şöyle ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, giydiği mübarek abâsını, Hazret-i Ali (R.A.) ve Hazret-i Fâtıma (R.A.) ve Hazret-i Hasan ve Hüseyn'in (R.A.) üstlerine örtmesi ve onlara bu suretle 33/33 ...Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. .... âyetiyle dua etmesinin esrarı ve hikmetleri var. Sırlarından bahsetmeyeceğiz. Yalnız vazife-i Risalete taallûk eden bir hikmeti şudur ki: Hz Muhammed, gelecekten haberi olan ve geleceği bilen Peygamberliğiyle otuz kırk sene sonra Sahabeler ve tabii olanlar içinde mühim fitneler olup kan döküleceğini görmüş. İçinde en mümtaz şahsiyetler, abâsı altında olan o üç şahsiyet olduğunu müşahede etmiş. Hazret-i Ali'yi (R.A.) ümmet nazarında temizlemek ve Hazret-i Hüseyn'i (R.A.) teselli etmek ve Hazret-i Hasan'ı (R.A.) tebrik etmek ve barışma ile mühim bir fitneyi kaldırmakla şerefini ve ümmete azim faidesini ilân etmek ve Hazret-i Fatıma'nın zürriyetinin tâhir ve müşerref olacağını ve Ehl-i Beyt ünvan-ı âlisine lâyık olacaklarını ilân etmek için o dört şahsa kendisiyle beraber "Hamse-i Âl-i Abâ" ünvanını bahşeden o abâyı örtmüştür. Evet gerçi Hazret-i Ali (R.A.) gerçek halife idi. Fakat dökülen kanlar çok ehemmiyetli olduğundan ümmet nazarında suçsuzluğu ve beraeti, vazife-i Risalet hasebiyle ehemmiyetli olduğundan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o suretle onu beraat ediyor. Onu eleştirive suçsuzluğu ve günah işleten Hâricîleri ve Emevîlerin saldırgan tarafdarlarını sessiz kalmaya davet ediyor. Evet Hâricîler ve Emevîlerin saldırgan tarafdarları Hazret-i Ali (R.A.) hakkındaki ilgisizlikleri ve doğru yoldan saptırmaları ve Hazret-i Hüseyn'in (R.A.) gâyet feci ciğer yakan hâdisesiyle kötülerin aşırıya gitmeleri ve dine zarar veren uydurmaları ve Şeyheyn'den (iki şeyh; Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer) uzaklaşması , ehl-i İslâma çok zararlı düşmüştür. İşte bu abâ ve dua ile, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali (r.a.) ve Hazret-i Hüseyin’i sorumluluktan ve suçluluktan ve ümmetini onlar hakkında kötü zandan kurtardığı gibi, Hazret-i Hasan’ı, yaptığı barışma ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i risalet noktasında tebrik ediyor ve Hazret-i Fatıma’nın zürriyetininmübarek nesli , İslam aleminde Ehl-i Beyt ünvanını alarak yüce bir şeref kazanacaklarını ve Hazret-i Fatıma 3/36 : ... Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş (kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım." diyen Hazret-i Meryem’in validesi gibi soyca çok şerefli olacağını ilân ediyor. Allahım! Efendimiz Muhammed’e, onun iyi ve temiz ve iyilik sahibi olan nesline ve mücahid ve ikrama mazhar ve hayırlı zâtlar olan Ashabına salât et. Âmin.