7.MEKTUP

Yedinci Mektup: Hz. Muhammed (S.A.V) 'ın Güzel Ahlakı
Arpç... Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla. 17/44- Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima üzerinize olsun.AZİZ kardeşlerim,Bana söylemek üzere Şamlı Hâfıza iki şey demişsiniz:Birincisi: “Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın Zeyneb ile evlenmesi, eski zaman münafıkları gibi yeni zamanın inançsızlarını dahi tenkide sebep buluyorlar; nefsanî, şehvetle ilgili, kabul ediyorlar” diyorsunuz.Elcevap: Yüz bin defa hâşâ ve kellâ! O yüksek namus sahibine şöyle pest şüphelerin eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk yaşına kadar, hareretli duyguların coşması sırasında ve nefsin heveslerinin alevlendiği zamanda, dost ve düşmanın ittifakıyla tam ve eksiksiz bir iffet ve namusluluk ve hata ve günahlardan tamamıyla uzak Haticetü’l-Kübrâ (r.a.) gibi ihtiyarca birtek kadınla yetinme ve kanaat eden bir zâtın, kırktan sonra, yani hareretli duyguların durduğu sırada ve nefsin heveslerinin sükûneti zamanında çok evlilik ve evlilikler, zorunlu olarak ve ap açık bir şekilde, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere dayandığını , zerre kadar insafı olana ispat eder bir delildir.O hikmetlerden birisi şudur ki: Zât-ı Risaletin sözleri gibi, işler ve haller ve tavırlar ve harekâtı dahi şeriat ve dinin kaynakları ve şeriattır ve hükümlerin kaynaklarıdır. Görünürdeki taraf Sahabeler taşıyıcı oldukları gibi, hususî dairesindeki gizli hallerinden görünen dinin sırları ve şeriatın hükümlerinin taşıyıcıları ve rivayet edenleri de Peygamber Efendimizin (a.s.m.) iffetli, mübarek hanımları ve bilfiil o vazifeyi ifa yerine getirmişlerdir.Sırlar ve dinin hükümlerinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu büyük vazifeye, birçok ve yatatılışca çeşitli Peygamber Efendimizin (a.s.m.) iffetli, mübarek hanımları lâzımdır.Gelelim Hazret-i Zeyneb’in evliliğine : Yirmi Beşinci Sözün Birinci Şulesinin Üçüncü Şuaının misallerinden olan 33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir. âyetine dair şöyle yazılmış ki, insanların derecelerine göre birtek âyet, çeşitli yönlere, herbir tabakanın kavrayışına göre bir mânâ ifade ediyor. Bir tabakanın şu âyetten anlayış konusunda payına düşen şudur ki:Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın hizmetkârı veya “Oğlum” hitabına mazhar olan Zeyd (r.a.), doğru olan rivayetle itirafına binaen, izzetli zevcesini kendine mânen denk, bulmadığı için boşanmış. Yani, Hazret-i Zeyneb, başka yüksek bir ahlâkta yaratılmış ve bir peygambere zevce olacak fıtratta olduğunu, Zeyd ferâsetle hissetmiş. Ve kendisini ona eş olacak fıtratta kendine denk bulmadığından, mânevî uyuşmazlığa sebebiyet verdiği için boşanmış. Allah’ın emriyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm almış. Yani, arpç... Ahzâb Sûresi, 33:37. “... Biz onu seninle evlendirdik” işaretiyle, o nikâh bir akd-i semâvî(İlâhî akit; Hz. Zeyneb’i, Peygamberimize (a.s.m.) Cenâb-ı Hakkın nikâhlaması) olduğuna, harikulâde ve örf ve görünürdeki uygulamaların üstünde, sırf kaderin hükmüyledir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o hükm-ü kadere inkıyad göstermiştir ve mecbur olmuştur; nefis arzusuyla değildir.Şu kader hükmünün de ehemmiyetli bir şeriatın hükmünün ve mühim bir genel gaye ve faydanın ve kapsamlı bir genel fayda ve yararı kapsayan arpç... Biz onu seninle evlendirdik; ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda mü'minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir. Ahzâb Sûresi, 33:37. âyet-i kerimesinin işaretiyle, büyüklerin küçüklere “oğlum” demeleri, zıhar (bir kişinin, kendi hanımını, annesi gibi evlenmesi ) meseleleri gibi, yani karısına “Anam gibisin” dese haram olduğu gibi değildir ki, ahkâm onunla değişsin. Hem büyüklerin raiyetlerine ve peygamberlerin ümmetlerine pederâne nazar ve hitapları, peygamberlik görevi itibarıyladır; insan şahsiyeti itibarıyla değildir ki, onlardan zevce almak uygun düşmesin.İkinci bir tabakanın anlayış konusunda payına düşen şudur ki: Bir büyük âmir, raiyetine babaya yakışır şekilde bir şefkatle bakar. Eğer o âmir, görüneni ve görünmeyeni bir padişah-ı ruhanî olsa, merhameti pederin yüz defa şefkatinden ileri gittiği için, raiyetinin fertleri , onun hakikî evlâdı gibi, ona babaya yakışır şekilde nazarıyla bakarlar. Babaya yakışır şekilde nazarı ise, zevc(eş) nazarına inkılâp edemediğinden ve kız nazarı da zevce nazarına kolayca değişmediğinden; kamuoyunda, Peygamberin, mü’minlerin kızlarını alması şu sırra uygun gelmediği için, Kur’ân o vehmi def maksadıyla der:“Peygamber, rahmet-i İlâhiye hesabıyla size şefkat eder, babaya yakışır şekilde muamele eder. Ve risalet namına siz onun evlâdı gibisiniz. Fakat insan olma özelliği itibarıyla babaya yakışır şekilde değildir ki, sizden hanım alması uygun düşmesin. Ve sizlere ‘Oğlum’ dese, şeriatın hükümleri itibarıyla siz onun evlâdı olamazsınız.” Said Nursî Arpç..Bâkî olan sadece Odur.

Devamını okuyun...>>

5. MEKTUP

5.Mektup:İman hakikatlerinin Önemi
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.17/44- O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. Nakşibendî tarikatının silsilesi ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat’ında demiş ki: “İman hakikatlerinden bir meselenin açığa çıkması, binler zevkler ve kalbe zevk veren hallere ve kerametlere tercih ederim.” Hem demiş ki: “Bütün tariklerin son noktası, iman hakikatlerinin açıklığı ve açığa çıkmasıdır.” Hem demiş ki: “ Velilik üç kısımdır. Biri küçük derecedeki velîlik ki, meşhur veliliktir; biriorta derecedeki velîlik, biri en büyük velîlik. En büyük velîlik ise, peygamberin vârisliği makamı, tasavvuf geçidine girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.” Hem demiş ki: “Tarîk-i Nakşîde (Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan, gizli zikre dayanan tarikat) iki kanatla mânevî yol alınır. Yani, iman hakikatlerine bir surette inanmak ve dinin kesin emirlerine uymakla olur. Bu iki kanatta kusur varsa o yolda gidilmez.” Öyle ise, tarik-i Nakşînin üç perdesi var: Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya iman hakikatlerine hizmettir ki, İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona devam etmiştir. İkincisi: Dinin kesin emirlerine ve Peygamberimizin sözlerine tarîkat perdesi altında hizmettir. Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla kalbî hastalıkların ortadan kaldırılmasına çalışmak, kalb ayağıyla manevi yol almaktır. Birincisi farz, ikincisi vacip(dinî bakımdan yapılması şart ve kesin olan emir) , bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir. Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkàdir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün çalışmalarını , iman hakikatleri ve İslâm dininin esaslarının kuvvetlendirilmesine sarf edeceklerdi. Çünkü sonsuz mutluluk sebebi onlardır. Onlarda kusur edilse, sonsuz sıkıntıya sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat düşünmeden Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Düşünmek meyvedir, İslâmın hakikatleri gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk (İlâhî hakikatlere ulaşmak için bir rehberin öncülüğünde çıkılan mânevî yolculuk) ile bazı iman hakikatlerine ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakikate çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette akıl karı değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar. Madem hakikat budur. Kur’ân’ın sırlarına ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın hücumlarına maruz İslâm topluluğuna en faydalı bir nur ve inançsızlık vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu inancındayım. Bilirsiniz ki, eğer inançsızlık cehaletten gelse, ortadan kaldırması kolaydır. Fakat inançsızlık fenden ve ilimden gelse, izalesi zordur. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri doğru yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar. Hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, Kur’ân’ın mu’cize oluşunun mânevî parıltılarından olan malûm Sözleri, şu hak yoldan sapkınlık dinsizliğine bir derman özelliğini vermiş düşüncesindeyim. Bâkî olan sadece Odur.Said Nursî

Devamını okuyun...>>

4.MEKTUP

4.Mektup: Herşeyin Tek Sahibi Allah
17/44- Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi sizin ve arkadaşlarınızın, hususan ... ilâ âhir, üzerine olsun.AZİZ kardeşlerim,Ben şimdi Çam Dağında, yüksek bir tepede, büyük bir çam ağacının tepesinde, bir menzilde bulunuyorum. İnsandan çekinmeyle yabanilerle yakınlık ettim. İnsanlarla sohbet arzu ettiğim vakit, hayalen sizleri yanımda bulur, bir sohbet ederim, sizinle teselli olurum. Bir mâni olmazsa, bir iki ay burada yalnız kalmak arzusundayım. Barla’ya dönsem, arzunuz yönünde sizden ziyade istekli olduğum şifahî bir karşılıklı sohbet etme çaresini arayacağız. Şimdi bu çam ağacında hatıra gelen iki üç hatırayı yazıyorum.Birincisi: Bir parça mahrem bir sırdır. Fakat senden sır saklanmaz. Şöyle ki:Ehl-i hakikatin bir kısmı nasıl ki ism-i Vedûd’a (Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen, Allah) aynadırlar ve en büyük bir mertebede o ismin görüntüleriyle, mevcudatın pencereleriyle Vâcibü’l-Vücuda (varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah) bakıyorlar. Öyle de, şu hiç ender hiç olan kardeşinize, yalnız hizmet-i Kur’ân’a çalışması zamanında ve o bitmez tükenmez hazinenin delili olduğu bir vakitte, ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm yansıması yönünde bir vaziyet verilmiş.Bütün Sözler, o aynanın yansımalarıdır. İnşaallah, o Sözler 2/269- Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. sırrına aynadır. İkincisi: Nakşî tarikatı hakkında denilen “Der tarik-i Nakşibendî lazım gelir dört terk / Terk-i dünya, kendinden geçmek, terkedilen şeyleri düşünmemek” olan güzel ve lâtif olan kısa yazı birden hatıra geldi. O hatıra ile beraber, birden şu fıkra doğdu.“Der tarik-i aczmendî lâzım âmed çâr çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz.”Sonra, senin yazdığın, “Bak evrenin rengârenk sayfasına, ilâahir.” olan rengin ve zengin şiir hatırıma geldi. O şiirle semânın yüzündeki yıldızlara baktım. “Keşke şair olsaydım, bunu mükemmelleştirseydim” dedim. Halbuki şiir ve kafiye kabiliyetim yokken yine başladım. Fakat kafiye ve şiir yapamadım. Nasıl hatıra geldiyse öyle yazdım. Benim vârisim olan sen, istersen kafiyeye çevir, düzenle . İşte, birden hatıra gelen şu:Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,Hikmetin nurlu mektubu bak ne bildirmiş .Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:Bir Kadîr-i Zülcelâlin(kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah) saltanatın haşmetine,Birer nur saçan deliliz biz herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah’ın varlığıylaHem birliğe , hem kudrete şahitleriz biz.Şu zeminin yüzünü yaldızlayanİnceliğin mucizesi gibi melek seyrine ,Bu semânın arza bakan, Cennete dikkat edenBinler dikkatli gözleriz biz. 1 1 : HAŞİYE(not) Yani, Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde sınırsız mu’cizât-ı kudret teşhir edildiğinden, semâvât âlemindeki melâikeler, o mu’cizâtı ve o harikaları seyrettiği gibi, gök cisimlerinin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi, güya melâikeler gibi, zemin yüzündeki inceliğin sanat eserlerini gördükçe, Cennet âlemine bakıyorlar ve o geçici harikaları kalıcı bir surette Cennette dahi seyrediyorlar gibi, bir zemine, bir Cennete bakıyorlar; yani o iki âleme bakıyorlar demektir.Yaratılış ağacı gökler şıkkınaHep Samanyolu dallarına,Bir Cemîl-i Zülcelâlin(heybeti ve yüceliği sınırsız, güzelliği sonsuz olan Allah) hikmet eliyle takılmış Pek güzel meyveleriyiz biz.Şu gökler ehline birer mescid-i seyyarBirer hane-i devvar, birer ulvî âşiyâne,Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbarBirer tayyareleriz biz.Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i ZülcelâlinBirer mu’cize-i kudret, birer harika-i san’at-ı Hâlıkane,Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkatBirer nur âlemiyiz biz.Böyle yüz bin dille yüz bin burhan gösteririzİşittiririz insan olan insana.Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü,Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz.Mührümüz bir, turramız bir, Rabbimize. Müsebbihiz, zikrederiz âbidâneKehkeşanın halka-i kübrâsına mensup birer meczuplarız biz. Bâkî olan sadece Odur. Said Nursi
Devamını okuyun...>>

3.MEKTUP

3.Mektup: Herşeyin Tek Sahibi Allah
Hatıra gelen ikinci nükte: Sonsuz güç ve kudret sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah, Herşeyi hikmetle ve harika üstün san’atıyla yoktan yaratan Allah, bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah, kemâl-i kudretini ve Allah’ın hikmetinin güzelliğini ve Allah’ın birlik delilini göstermek için, pek az birşeyle çok işleri görmek, pek küçük birşeyle pek büyük vazifeleri gördürmeyi âdet etmiştir. Bazı Sözlerde demiştim ki: Eğer bütün eşya tek bir Zâta isnad edilse, kesinlik derecesinde bir kolaylık peydâ eder. Eğer eşya çeşitli sanatkarlara, esbablara isnad edilse, imtinâ derecesinde bir kolaylıkla, bir güçlükler ortaya düşer. Çünkü, bir subay gibi veya usta gibi birtek zât, birçok ferde ve birçok taşlara bir fiille, bir hareketle ve kolaylıkla bir vaziyet verip bir netice hâsıl eder ki, eğer o vaziyeti alması ve o neticeyi ortaya çıkartması, o ordudaki ferdlere ve o direksiz kubbedeki taşlara havale edilse, pek çok fiillerle, pek çok zorluklarla, pek çok karışıklıklarla ancak yapılabilir. İşte, şu kâinattaki raks ve dönüş, gezinme ve seyretme yeri ve daimî tesbih edenlerin bakışı ve dört mevsim ve gece-gündüzdeki seyahat gibi hareketler, eğer birliğe verilse, birtek Zât, birtek emirle, birtek küreyi tahrik ile, mevsimlerin değişmesindeki san’at harikalarını ve gece-gündüzün deveranındaki hikmet harikalarını ve yıldızların ve şems ve kamerin şeklen hareketlerinde şirin seyir levhalarını göstermek gibi, o yüce vaziyetleri ve kıymetli neticeleri ortaya çıkarır . Çünkü tüm mevcudat ordusu O’nundur. İstese, yer gibi bir askeri, tüm yıldızlara kumandan tayin eder. Koca güneşi, ahalisine ısıtıcı ve ışık verici bir lâmba; ve Allah’ın kudretinin nakışlı levhaları olan , dört mevsim de bir dokuma aleti; ve hikmetlerle dolu yazılmış sayfalar olan gece-gündüzü de bir yay yapar. Her bir gününe, ayrı bir şekilde bir ayı göstererek, vakitlerin hesabı için takvimcilik yaptırır. Ve yıldızların kendilerine, raksa gelen ve cezbeden raks eden melâikenin ellerinde, süslü ve şirin, parlak, nâzik kandillerin suretini vermek gibi, dünyaya ait çok hikmetlerini gösterir. Eğer bu vaziyetler, umum mevcudata hükmü ve düzeni ve kanunu ve tedbire yönelik olan bir Zattan istenilmezse, o vakit tüm güneşler, yıldızlar, hakikî hareketle ve sınırsız bir sür’atle sınırsız bir mesafeyi hergün kat’ etmeleri lâzım gelir.İşte, birlikte sonsuz kolaylık ve çoklukta sonsuz zorluk bulunduğundandır ki, ticaret ve san’atla uğraşanlar, çok bir birlik verir, tâ kolaylık olsun. Yani, şirketler teşkil ederler.Özetle, inançsızlık yolunda sınırsız güçlükler var; İslamiyet ve birlik yolunda sonsuz kolaylık var. Bâkî olan sadece Odur.Said Nursî

Devamını okuyun...>>

3.MEKTUP

3.Mektup:Kainattaki Düzen

Arpç... Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur İsrâ Sûresi, 17:44. O malûm talebesine gönderilen mektubun bir parçasıdır.

HAMİSEN: Bir mektupta, buradaki hissiyatıma hissedar olmak arzusunu yazmıştın. İşte binden birini işit.Bir gece, yüz tabakalık yüksekliğe, bir katran ağacının başındaki yuvada, semânın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne baktım; Kur’ân-ı Hakîmin Tekvir Sûresi 81:15-16. Artık hayır; yemin ederim (gündüz) sinip (gece) dönen (gezegen)lere, Bir akış içinde yerini alanlara; yemininde yüksek bir mu’cizelik nuru ve parlak bir belâğat sırrı gördüm. Evet, seyyar yıldızlara ve gizlenmelerine ve açığa çıkmalarına işaret eden şu âyet, gayet âli bir san’atlı nakış ve yüce bir ibret tablosu, içtenlikle seyredip bakmayı gösteriyor.Evet, şu gezegenler, kumandanları olan güneşin dairesinden çıkıyorlar, sabit yıldızlar dairesine girerek semâda yeni yeni nakışları ve san’atları gösteriyorlar. Bazan kendileri gibi parlak bir yıldıza omuz omuza verir, güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Bazan küçük yıldızlar içine girip bir kumandan suretini gösteriyorlar. Hususuyla bu mevsimde, akşamdan sonra, ufukta Zühre yıldızı ve fecirden evvel diğer parlak bir arkadaşı, gayet şirin ve güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Sonra, teftiş görevlerini ve san’atlı nakışa mekiklik hizmetini yerine getirmeden sonra yine dönüp, sultanları olan güneşin gösterişli dairesine girip gizleniyorlar. Şimdi, şu gizlenen ve açığa çıkan yıldızlar, künnes tabir edilen seyyarelerle şu zeminimizi kâinat fezasında birer gemi, birer tayyare suretinde kemâl-i intizamla döndüren ve seyr ü seyahat ettiren Zâtın haşmet-i rububiyetini ve şâşaa-i saltanat-ı ulûhiyetini güneş gibi parlaklığıyla gösteriyorlar.Bak bir saltanatın haşmetine ki, gemileri ve uçak içinde öyleleri var ki, bin defa dünya kadar bir büyüklükte ve bir saniyede sekiz saat mesafeyi kat’ eden sür’attedir. İşte, böyle bir Sultana kulluk ve imanla bağlanmak ve şu dünyada ona misafir olmak ne kadar yüce bir saadet, ne derece büyük bir şeref olduğunu kıyas et.Sonra aya baktım. arpç... 36/39- Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). âyetinin gayet parlak bir mu’cizelik nurunu ifade ettiğini gördüm. Evet, ayın takdiri ve çekip çevrilmesi ve tenviri ve zemine ve güneşe karşı gayet dakik bir hesapla vaziyetleri o kadar hayranlık uyandıran, o derece harikadır ki, “Onu öyle tanzim eden ve takdir eden bir Kadîre (herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah) hiçbir şey ağır gelmez; onu öyle yapan herşeyi yapabilir” fikrini, seyreden her bir şuur ve bilinç sahibine ders verir.Hem öyle bir tarzda güneşi takip ediyor ki, bir saniye kadar yolunu şaşırmıyor, zerre kadar vazifesinden geri kalmıyor. Dikkatle bakana,“İşlerinde, akılların hayrette kaldığı Zât, her türlü kusurdan münezzehtir.” dedirtiyor. Hususan Mayıs’ın sonunda olduğu gibi, bazı vakitte ince hilâl şeklinde Süreyya durağına girdiği vakit, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı suretini ve Süreyya bir salkım suretini gösterdiğinden, o yeşil semâ perdesi arkasında, hayale nuranî büyük bir ağacın vücudunu tahayyül ettirir. Güya, o ağaçtan bir dalının bir sivri ucu o perdeyi delmiş, bir salkımıyla beraber başını çıkarmış, Süreyya ve hilâl olmuş; ve diğer yıldızlar da o gaybî ağacın meyveleri olduğunu hayale telkin eder. İşte apç... eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). teşbihinin güzelliğini, düzgünlüğünü gör.Yâsin Sûresi, 36:39. Sonra 67/15- Sizin için, yeryüzüne boyun eğdiren O'dur. Şu halde onun omuzlarında yürüyün ve O'nun rızkından yiyin. Sonunda gidiş O'nadır. âyeti hatırıma geldi ki, zemin boyun eğen bir gemi, bir binek olduğunu işaret ediyor. O işaretten, kendimi uzayda sür’atle seyahat eden pek büyük bir geminin yüksek bir mevkiinde gördüm. At ve gemi gibi bir bineğe binildiği zaman okuma sünneti 43/13- "Bunlara bizim için boyun eğdiren (Allah) ne Yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık" demeniz için. âyetini okudum.Hem gördüm ki, dünyada , şu hareketle, sinema levhalarını gösteren bir makine vaziyetini aldı, bütün gökleri harekete getirdi, bütün yıldızları muhteşem bir ordu gibi sevke başladı. Öyle şirin ve yüksek manzaraları gösterdi ki, düşünen kimseleri mest ve hayran eder. Fesübhânallah dedim, ne kadar az bir masrafla ne kadar çok ve büyük ve garip ve acip, yüce ve kıymetli işler görülüyor! Bu noktadan, iki imana dair ince ve mânâlı husus hatıra geldi.Birincisi: Birkaç gün evvel bir misafirim bana sual etti. O şüpheli sualin esası şudur: “Cennet ve Cehennem pek çok uzaktırlar. Haydi, ehl-i Cennet, Allah’ın lütfu ile, şimşek ve burak (iman ehlini Sırat köprüsünden geçirecek olan çok hızlı binek) gibi uçarak haşirden geçerler, Cennete giderler. Fakat ehl-i Cehennem, sakil cisimleri ve büyük ve ağır günahların yükleri altında nasıl gidecekler? Hangi vasıta ile?”İşte hatıra gelen şudur: Nasıl ki, meselâ Amerika’da, bütün milletler umumî bir kongreye davet edilse, her millet büyük gemisine biner, oraya gider. Öyle de, geniş kâinat denizi, bir senede yirmi beş bin senelik uzun bir seyahate alışan dünya, ahalisini alır, gider, haşir meydanı boşaltır. Hem, her otuz üç metrede bir derece-i hararet arttığı delilliyle, yerin merkezinde bulunan Cehennem ateşinin hadîsçe beyan olunan sıcaklık derecesine uygun iki yüz bin sıcaklık derecesi taşıyan ve hadîsin rivayetine göre dünyada ve kabir alemindeki Büyük Cehennemin bazı vazifelerini gören ateşini Cehenneme döker; sonra Allah’ın emri ile daha güzel ve bâki bir surete dönüşür, âhiret âleminden bir menzil olur.


Devamını okuyun...>>